15 Mayıs 2019 Çarşamba

Geç tanıdığım Gökçeada...

Bu yazının notlarını çookk önce aldım aslında, taslağımı çookk önce hazırladım fakat yazıyı yazıp yazmamak konusunda uzun süre tereddüt ettim. Tereddütümün sebebi;  adaya aşık olarak döndüğümüz, bakir doğasına bozulmamış insanına hayran kaldığımız için bilinsin, gidilsin, keşfedilsin istemediğimden sanıyorum...Sonra dedim ki öyle yüzlerce insan okumayacaktır, açıp ilgisini çekip okuyan da zaten doğa seven, doğal seven, sadelik sevenler olacaktır...Dolayısıyla da hadi dedim yazıp paylaşayım. 

Ada seyahatimiz gündeme gelince, web'den ufak bir araştırma yapıp gözüme tatlı gözüken ilk yere rezervasyonu yaptım. Tam kendimize göre bir seçim yapmışsız. Bayıldık:) Petrino, Gökçeada'nın merkezinde, 100 yıllık bir taş konak, restorasyon yapılmış, 6 odalı oldukça sıcak bir butik otel. "Taştan yapı" demekmiş Petrino Rumca. İşletenler sevgili Funda ve Sinan özveriyle, çok sevgiyle yapıyorlar işlerini. Geçtiğimiz seneye kadar İstanbul'da yaşıyorlarmış, malum hepimizin içine gelen "ben burada ne yapıyorum, bunu kendime ve çocuklarıma neden yapıyorum, doğayı unuttuk, labirentteki fare gibiyiz..vb" hislerine kapılıp kızıl kafa lokum oğulları Tuna'yı da alıp adada bir hayattan yana yapmışlar seçimlerini. Tertemiz, mis gibi bir yer Petrino. Odalar çok büyük olmamakla birlikte zaten büyük bir oda ihtiyacın da olmuyor adada bence. Oda kahvaltı olarak çalışıyorlar. Sabah Funda ve Sinan'ın ellerinden mis kokulu sıcak ev poğaçaları, mis gibi domatesler, peynirler, ev reçelleriyle donanmış nefis bir kahvaltıya uyanıyorsun. Biz Petrino'da 3 aile, 3 gece kaldık, güleryüz hiç eksilmedi hep arttı. Kendi yerimizde gibi hissettik kendimizi. Bu kadar emek verilirken de minik de olsa bu yazıyla kıymet bilecek birilerine vesile olurum diye yazmak istedim. Reklam için yazmıyorum bunları, hediye vb aldığım falan da yok:D







Aşık olduğum bisikletler:)




Akşam üzeri bir Suvla Karasakız :)

"köylerime dokunma, kaplumbağama dokunma, 
denizime dokunma, tuz gölü'me dokunma"

Petrino kahvaltısı...


Poğaçalar sıcacık...:)



Funda, Sinan, biz ve bisikletler:)




Otelin önündeki şahane bisikletler her daim binmeye hazır, (web'de yer bakarken beni asıl vuran açıkçası bu bisikletlerdi.:) )  Sevgili Funda ve Sinan yolunuz açık olsun, hikayeniz upuzun keyif dolu olsun...:) Tuna, Basket ve niceleriyle:)


Petrino'nun şeker ötesi bisikletleriyle 
sabah erken saatlerde köyleri 
turlamak terapiden daha etkili:)


Uzun yıllar Bozcaada'ya giden biri olarak Gökçeada'ya bu seyahate kadar hiç gitmemiş olduğuma şaşırdım açıkçası. 2 ada arasında sadece yakınlar diye karşılaştırma yapmanın haklı ve doğru olmayacağına inanıyorum. İkisinin de kendilerine has farklı özellikleri var, formatları tamamen farklı. Senelerce benzer bir aşkla Bozcaada yollarını teptim, bu seyahatte benim ruhuma Gökçeada'nın biraz daha yakın olduğunu hissettim. En yakın zamanda tekrar gitmek dileği, dualarıyla döndük adadan. Müthiş çeşitlilikte bir doğa, bitki örtüsü, her yer keçi dolu, herşey sade, mütevazi...Su kaynakları muazzam. 







Yukarı Kaleköy, Poseidon...




Gökçeada, Türkiye'nin en büyük adası. Yunanca adı "İmvros". Semadirek'e bakıyor ada. Adanın batısında yer alan İncirburnu, Türkiye'nin en batı ucu. Herşeyden önemlisi 2016'dan bu yana "sakin kent" seçilmiş, "Cittaslow" olmuş. Bunun hissini ben çok net hissettim. Adada köyler var; en dikkat çeken 4 köy Kaleköy, Tepeköy, Bademli ve Zeytinli. Bunların haricinde de hepsi kendine has köyler mevcut; Şirinköy, Dereköy, Uğurlu, Merkez, Çınarlı, Eşelek, Şahinkaya...Adada mesela şelale var, tuz gölü var, bunlar bana çok enteresan geldi. 


Bademli köydeki asırlık çınar...



Biz adada 3 gece 4 gün kaldık, grubumuzda adalı bir arkadaşımız olduğundan bu 4 günü dolu dolu programlı yaşadık. Yine de 1-2 daha olsaydı keşke dedik aslında. Acele etmeden keyifle gezebilmek için 4-5 gece bence kalmak güzel olur. Mesela Marmaros Şelalesi'ne gidemedik, Tepeköy'den gün batımı izleyemedik, Zeytinli Köy'deki Barba Hristo'da dondurma ve sakızlı muhallebi hayalim vardı onu tadamadık, henüz açılmamıştı, Şirinköy, Eşelek ve Uğurlu'da organik tarım seferberliği varmış buraları detaylı gezemedik vb vb. Bir dahaki gidişimde farklı notlar eklersem defterime onları da paylaşırım:)


Zeytinli köydeki Son Vapur, burası da nefisti:)



Oğlak mevsimiydi...



Eleni Kaleköy...

Zeytinliköy'de Garaj Cafe'de nefis krem karamel. 
Sakızlı muhallebi de lezizdi...

Selanik tatlısı, Laz böreğine benziyor, içi muhallebili şerbetli. 
Tepeköy'de meydandaki kahvede yiyebilirsiniz...


:)



Aynı Midilli yazımda bahsettiğim gibi, abartısız, sade, sıcak bir ortam, leziz yemekler, temiz hava, tertemiz nefesler, huzurlu yavaş saatler seviyorsanız adaya gidin, seversiniz, hatta bayılırsınız; seyahat beklentiniz bunların tersi şeylerse ne adaya eziyet edin, ne kendinize...

Sevgiyle...